Bu Blogda Ara

10 Kasım 2016 Perşembe

Artı 1

Çocuklar hep bize yeni kapılar açıyor.

Okuldan gelen yazı, yoğun ve sıkıntılı işgünümde, küçük bir fark yaratabilme şansı verdi bana. Küçük fark deyip geçmeyin, hepimizi dünyada tek yapan küçük şeyler var ve çok önemliler. Bacağımızdaki bir iz, matematiği anlama biçimimiz, düzgün fiziğimiz, çıkık kemiğimiz, parlayıveren öfkemiz, dudak kenarındaki bir benimiz veya fazladan 1 adet genimiz.

Bunların bazıları bize kolaylıklar sunuyor, kapılar açıyor, bazılarıysa hayat yokuşumuzu dikleştiriyor. Kolaylıklar bizi tembelleştirip dezavantajımıza olabiliyor, zorluklar bizi güçlendirip daha sıkı sarılmamızı sağlayabiliyor herşeye.

İnsani tarafımız zorluk yaşayana omuz vermeye eğilimli. Bazılarımızda ise bu özellik çok daha kuvvetli.

Adım Adım, sivil toplum kuruluşlarını (33 adet, büyükler rakamlara bayılırlar) biraraya getiren bir platform. Down Sendromu Derneği, artı biri* olan gençlere  iş imkanları sağlanmasına yardımcı olan bir kuruluş. Omuz verme eğilimi güçlü üç kişi tarafından kurulmuş, Cahit Bey ve diğer gönüllü ve çalışanlarıyla şimdiye kadar 46 gence işe girmenin, ve birçoklarına bağımsız olabilmenin yolunu açmaya çalışan bir kuruluş. Gençlerin ve işyerlerinin artı biri avantaja çevirmelerine hizmet ediyorlar. Gençleri iş ortamı ile ilgili, iş ortamlarını down sendromlu gençlerle ilgili bilgilendiriyorlar. Görmüşler ki artı bire kucak açan işletmelerde, dayanışma önünde engel olmadığını bilmeyen bir sürü insanımız var. Bu eğitimler sonrasında kendi aralarındaki iletişimde de iyileşmeler oluyormuş.

Başak Hanım (STK sorumlusu) bu güzel yolda yürümenin yetmeyeceğini düşünmüş olmalı ki, koşucular bulmaya karar vermiş. An itibariyle bu koşucular sadece Avrasya Maratonu için 85 000 lira toplamış, hedef 150 000. 60 gence eğitim imkanı sağlanacak bu hedef gerçekleşirse.

Fotoğraftaki Erdi ve Senem, Aslı Hanım gibi eğitmenlerce, kendi imkanlarıyla işyerine gidip gelecek (Bomonti'den Göztepe'ye toplu taşıma ile giden arkadaşları var), yemeğini hazırlayıp yiyecek, kendi ayakları üzerinde durabilecek. Onlar aramızda daha bağımsız gezebildikçe bizim insan zenginliğimiz artacak. Bu uğurda Türkiye'de şu anda 3 000 gönüllü var. Yani toplam nüfusumuzun yüzbinde 4'ü, %0,004! Olsun. Başladıktan sonra nerelere varabileceğimizi kim bilir?

Sadece 3 hafta içinde olduğum bir konuda tahminimin üzerinde tebrikler, destekler ve bağışlar alıyorum. Bazen onlara mı kendime mi daha çok faydam oluyor emin olamıyorum.

13 Kasım Pazar günü küçük bir fark yaratabilmek için ben de koşacağım. Bu yıl yaptığım en önemli şey olacak bu. Böyle bir imkan bulduğum için çok şanslıyım.

Hepinize süper günler,
Cihan


*Down sendromu, genetik bir farklılık, bir kromozom anomalisidir. En basit anlatımı ile sıradan bir insan vücudunda bulunan kromozom sayısı 46 iken Down sendromlu bireylerde bu sayı üç adet 21. kromozom olması nedeniyle 47 olmaktadır. Down Sendromu tedavi edilmesi gereken bir hastalık değil, genetik bir farklılıktır. Hücre bölünmesi sırasında yanlış bölünme sonucu 21. kromozom çiftinde fazladan bir kromozom yer alması ile meydana gelir. (kaynak: www.downturkiye.com sitesi)

10 Nisan 2016 Pazar

Bize ne yaptınız?

7 yaşındayken bakkaldan veresiye yazdırıp anneme(!) sigara aldığımda, sonra da arkadaşımla içtiğimde yakalandım. Bakkal amca mı söyledi annem mi kendi öğrendi bilmiyorum. Bir keresinde bir teyze ben oynarken, ne olduğumu anlayamadan kolumdan çekiştirerek ve "camları kırmışsınız" diye bağıra çağıra, hiç gitmediğim uzaktaki apartmanlara doğru götürmeye çalıştı. Bağırıp ağlamamı duyan komşu ağabey, beni kadının elinden kurtardı. Daha sonra ona hayatımı kurtardığını söylediğimde "ben o kadını tanıyorum sana birşey yapmazdı, sadece azarlayıp gönderirdi" dedi. Muhtemelen eşim de buna benzer bir ortamda 30 sene önceki Türkiye'de, benzer şeyler yaşadı. 

Bakkal amca, mahalledeki teyze, komşu ağabey, deriz biz. Nezihe Hanım, Bay Güçlü demeyiz çünkü onlar bizi biz onları ailenin parçası gibi görürüz. Tabi bu tarz hayatların hala yaşanabildiği yerlerde. Bu hem bir yakınlık, hem bir güven hem de sorumluluk getirir. Çok kızdığım yanları da vardır ("çocuk üşüyecek üstünü örtsene evladım" karışmaları özellikle). 

Geçen hafta İstanbul'un bilinen bir otelinin asansöründe yukarı çıkarken 28 yaşlarında bir adam kızımıza "ne şeker şeysin sen" dedi ve yanağından makas aldı. Akşam eşimle birbirimize bundan rahatsız olduğumuzu ve bu rahatsızlıktan dolayı rahatsızlığımızı itiraf ettik. 

Çok sık görsem de, yakın arkadaşımın olsa da başkasının çocuğuna mümkün olduğu kadar dokunmamaya çalışıyorum. Beni yanlış anlayacaklarından veya abdestim kaçacağından değil tabi ki. Çocukların bedenlerine sadece anne babalarının, o da sadece kendi doğallığı içinde dokunabileceğini, başkalarının "Cihan abi"leri bile olsa izin almadan yüzüne saçına filan dokunamayacağını, özel yerlerine kimsenin dokunmaması gerektiğini bilmeleri için. 

Toplumsallığın fazla olduğu birinci durum (30 yıl önceki Türkiye) da bireyselliğin güçlü olduğu Kuzey Avrupa tipi toplum da kendi içinde tutarlı ve mutlu toplumlar. 

Şu anda yaşadıklarımız ise -ki bu durum 5 10 yıldır devam ediyor- ne yazık ki bir geçiş dönemi değil. Bir kutuplaştırma ve güvensizlik hissinin yayılması dönemi. Muhafazakarı modernden, moderni müslümandan, sunniyi aleviden, Kürdü Türkten nefret eder hale getirme konusunda artık sistemli bir çalışma olduğuna çok eminim. Tümümüzü belki kontrol altına almadı hala. Ama çok daha vahim bir şeyi başardı. Çocuk tacizi gibi bir konuda bile birileri çocukların tarafında olmayabiliyor artık. O iğrenç, bilinçsiz "ama"lar herkesin tek dostu oldu. Ölü beden yerde sürüklendi "ama pkklı", otobüsü bombaladı "ama askeri hedefti" kadın tecavüze uğradı "ama o saatte ne işi var, ne giyiyor" oldu. 

En sonu en beteri oldu. Çocuklara tecavüz edildiği iddia ediliyor "kurum şöyleydi böyleydi"! Her iktidarın, hatta iyi iktidarların bile, üç kuruşluk çıkarları için en bayağı rezillikleri dahi savunacak, zayıf ve sinik üyeleri olur. Kimileri kendi gider, kimileri atılır, kimileri de "nasılsa gemi batıyor, farelerle uğraşmayalım" diyerek gözardı edilir. Bazen de pişkince ve yüzsüzce korunur kollanır. Ama bu da çok önemli değildir çünkü iktidarlar da çok geçicidir.

Kalıcı zarar gören birarada yaşayabilme, empati kurabilme, birbirine güvenme gibi kavramlar öyle 15 20 senede kendine kolayca gelmez. 

Bizi getirdikleri bu halden en kısa sürece çıkacağımıza inanmak istiyorum. 

Hepinize süper günler,
Cihan


20 Mart 2016 Pazar

Dürüstlük

Lying ile ilgili yazdığımda dürüst olmanın her durumda en azından zararsız olduğunu anlatmaya çalışmıştım. 

Tabii ki "gelişmekte" olan toplumun ilerisindekiler dahi garipsemişti. 

Bir tarafıyla gerçekten de herkesin çıplak olduğu bir kampta takım elbise giymeyi istemek veya herkesin mutaassıp giyindiği bir yerde mini etekle gezmek zor, bazen gereksiz zor, bazense sadece gereksizdir. 

Ama dürüst olmanın kişiye (tamamı yalanı kanıksayan ve farketmeden hoşgören, yaşayan bir toplumda dahi) kattığı önemli değer kendine de dürüst olabilme yetisi. 

Olmuyor çünkü. Herkese yalan söyleyen ve bunun yanına kalmasıyla korunan, korunduğu için iyileşemeyenler, en önce "ben hata yapmadım" yalanına kanıyorlar. Her hatada birisini, birilerini suçluyor, lanetliyor, yola getiriyolar. Bu aylarda yaşadıklarımızı ancak böyle açıklayabiliyorum. 
"Ben doğru partiye oy verdim"
"Suriye politikamız hatasızdı"
"Alman konsolosluğu haddini aştı"
"Almanlar bildi ama bu o bomba değil"
"Amerikalılar saçmaladı (ki evet sık yaparlar, ne yazık ki Kızılay'da saçmalamamışlar)"
"Bizi kandırdılar"
"Bunlar doydu daha fazla çalmaz"
"Biz İran olmayız" (ki bu da doğru daha kötü olabiliriz)
"Biz Suriye olmayız"

Hepsinin ortak özelliği (kötü niyetlilikten değil de basiretsizlikten kaynaklanan yalakalıklar veya gerçekten tesadüfen hak etmediği mevkiye ulaşan vasıfsız insanlar hariç) söylediklerine kalben inanmaları. Çünkü yalan olduğuna inanmıyorlar. Çünkü yalanın olduğuna inanmıyorlar. Çünkü her gün söylediklerinin:
- Şaka
- Söylenmesi gereken
- Politik anlamda doğru olan
- Vakit kazanmak için sarfedilen sakinleştirici sözler ve
- sorun çıkmasın diye sarfedilen birleştirme sözleri
Olduğuna kaniler. Yalan yok onların hayatında. Çünkü yalanlarla yaşanmıyor. 

Hepinize süper günler,
Cihan

5 Şubat 2016 Cuma

Gerçek vatansever

Nazım büyük şair, inanmış adam.
Fakat onun söylediklerinin hepsine ben inanmıyorum. 
Gerçek vatanseverin "siz vatanseverseniz ben vatan hainiyim" diyen zekasının takdir edilmediğini, bilinmediğini görüyorum. 
Çocuklarıma okuduğum güzel bir kitapta dediği gibi anlatacağım:
Kan gövdeyi götürürken ve "orada" olmayanlar ahlam keserken, bir ortaçağ yaşanıyor uzay çağı silahlarıyla. 
"Tepki göstermek için bundan daha güzel ve  bundan daha kötü bir an olamaz". O yüzden tepki gösteriyorum. 
Geçmişiyle öğündüğü vatanının geleceğine katkı yapmak isteyen insanın bu olanlara, yani çatışmalara, ötekileştirmelere, ölümlere, sokağa çıkma yasaklarına, diyaloğa karşı hendek kazanlara tepkisini göstermesi gereken bir zamandayız. 
Benim için muteber iki devlet adamı vardır konu silahlı mücadele/savaş olunca. Biri savaşı hızla zafere ulaştıran, biri de kan dökülmeden önce meseleyi çözen. Ben de sizin gibi ikinciyi yeğlerim. Ama bizim bugünkü toplumumuz, daha önce de yazdığım gibi, kendisinden uzakta olan, daha doğrusu uzakta sandığı savaşın sonuna kadar (nasıl bir sonsa?) sürmesi gerektiğinden yana. Ve çoğunun kafasında bunun mecburi olduğu, başka türlüsünün olamayacağı fikri yer etmiş. Bence bu iktidarın büyük bir başarı(!)sı. Toplumun tehlikeli çoğunluğu ölenlerin (ister güvenlik gücü olsun ister terörist olsun, ister sivil olsun ister direnişçi olsun) ölmesi gerektiği için öldüğüne inanmış. Bu ölüme duyarsız toplumu, herhangi bir değere inandırıp harekete geçirebileceğinizi sanıyorsanız bir daha düşünün. Adamın ölümden rahatsızlığı yok. Önemle altını çiziyorum: askerin polisin ölümünü bile "işte teröristler güvenlik güçlerini öldürüyor, çocukları babasız kalıyor" diyerek, bir yandan da haklılıklarının teyidi olarak "olması gereken"diye görüyorlar. 
Çanakkale zaferini kazananlar, ölen Anzakları top arabasına bindirip gezdirmiyordu, gece silahları susturup birbirine konserve sigara atıyordu. İnsanlık öldükten sonra kazanılan zaferler geri gidiştir. İnsanlık ölmediyse "almanlar yenilince yenilmiş sayılsanız" da ileri gidersiniz. 
Özellikle bu yüzden, bu zamanda ülkenin iyiliğini isteyenler daha da barış demeli. Bu yüzden Amedspor-Fenerbahçe maçından bir "milli mücadele" değil, bir kardeşlik şansı aranmalı. Bu yüzden ben, bu topraklarda yaşayan ve yaşamış olan, güzel, çirkin, zeki, ahmak, cahil, okumuş, genç, ihtiyar insanların birbirinin ölümüne yanmasından yanayım. Bu yüzden vatanseverim. 

Hepinize süper günler,
Cihan

24 Ocak 2016 Pazar

Kızıl nehirde boğulacağız

Önce hiç bakmayacağız,
Dumanın tüttüğü yere,
Sonra göz ucuyla bakıp yüz çevireceğiz.
Eğip başımızı öne,
Savuşturacağız dileneni.
Kızsak da olan bitene,
Bizi aşana girmeyeceğiz.
Gezerken göreceğiz dünyayı sallayabileceğimizi,
Park, kumsal veya bir dere.
Sonra kendimizden emin yaslanacağız arkamıza.
Dayağımızı yiyip oturacağız.
Kindar olacak neslimiz diye,
Korkacağız.
Kan kusturacağımıza, kandan medet umacağımıza
Kızıl nehirlerde boğulacağız hepimiz,

Çocuklarımız suçsuz yere!

2 Ocak 2016 Cumartesi

Kindar Nesil

Bu bir zafer yazısıdır.

Savaş sanatı iddialı olduğum alan değil. Ama düşmanını güçlü olduğun noktaya çekip orada savaşmanın sana avantaj sağlayacağı pek tartışmaya açık değil gibi.

Planlı, kendine güvenen ve ne yaptığını bilen bir iradenin aşama aşama uyguladığı yönlendirme, meyvelerini veriyor.

Ülkenin insan hayatına en saygı duyan, canları ayırmadan sevebilen kısmı, savaşı aşina olmadığı toprakta yürütmeye karar vermiş. Kindar nesil yaratma işlemi başarılı olmuştur hem %49 da hem %51 de.

Kaçakçılık yapan köylülere bomba atıldığında "katırlara yazık oldu" diyen zihniyetin karşısına "viagradan ölmüş, iyi olmuş" diyen bir karşı tim yerleştirildi.

Aslında yoktan varedilmiş bir şey değil bu. Korku ve öfkeyle beslenen çocuklar, Buscaglio Coelho da okusa en derininde tuttuğu köklü nefret gücüne hakim olamıyor.

Evet çok acımasız yazıları varmış yazarın. Ölünün arkasından da konuşmuş, yerde tekmelenene de suç atmaktn geri durmamış. Küfür etmeyi caiz hissetmiş belki. İktidara yaranmak için mi, içinde kin biriktirdiği için mi bilinmez ama çok abuk subuk bir duruşu kaygısız sorgusuz yürütmüş.

Asıl fonksiyonunu iktidara yalakalık yapmak sanıyorsanız bir daha düşünün. İktidar hırsına yağcı basının bazı katkıları olur elbet ama köhneleşmiş ve iktidar döngüsünün derinine inmiş, artık her yaptığının doğru olduğuna inanacak kadar körleşmiş bir gücün ihtiyacı olan yağcılık değildir. Para, ve daha fazla güçtür.

Daha fazla güç, karşıtlarından baskı altına alabildiklerini baskı altına alıp ağız değiştirterek (kimi zaman patron eliyle kimi zaman sokak dayağıyla) baskı altına alamadıklarını da hapse atarak elde ediliyor.

Döngünün bundan daha fazla güçlenebilmesi için safların hiç olmadığı kadar keskinleşmesi, kindar nesillerin birbirine kan kusması ve kusturması gerekir. Aslında 15 yaşında bir insanın içsel olarak bu mevzunun toplu bir kayba dönüşeceğini görmesi kolaysa da, güncel olayların içinde büyük resim flulaşıyor. Daha farklı bir yolla güçlenemeyeceğini anlayan bir zihniyet başka bir yola sapması halinde yokolacağını biliyorsa, bu tip "cengaverlere" çok ihtiyacı vardır.

Çocuğu ölmüş anneleri yuhlatmak, "kutsalıma saldırdılar" palavralarını atmak kendi taraftarlarına mesajdır. Karşı tarafı ancak hayatını kaybeden yazar gibileri sayesinde istediği tava getirecektir.

Gerçekten değersiz gördüğünüz birine karşı hissettiğiniz kızgınlık, nefrete dönüştüyse, ve bu nefret artık etten kemikten birinin ölümüne sevinecek hale getirdiyse sizi, eleştirebileceğiniz insan sayısını kendi elinizle azaltmış olursunuz.

O yüzden nefret ettiğiniz fikirlerin konuşulmasının önünü açmaya, nefret ettiğinizin insanların ölümüne üzülmeye devam edin. Sizin asıl gücünüz, "iyi oldu geberdi" demekte değil, kimsenin beklemediği kadar bağışlayıcı, kimsenin olamayacağı kadar insan olabilmenizde yatıyor. Onu kaybetmeyin lütfen!

Hepinize süper günler,
Cihan

16 Kasım 2015 Pazartesi

Saçmalıyorsunuz, ve fakat devam etmelisiniz!

Yine Batı'ya karşı bir terör eyleminde, "neden bilmem neredekine ses çıkartmadınız" çığırtkanları çıktı ortaya! "İkiyüzlüsünüz" diyenlerin bir yüzü var mı acaba? Lübnan ile ilgili, Filistin'le ilgili hiçbir şey söylemez, birisi Fransa ile ilgili iki kelam etti mi hesap sorar aklınca. Oralarda olanlara neden daha fazla tepki gösteriliyor biliyor musun? Çünkü nerede işler iyice karışsa, insanlar "oralara" kaçmak istiyor. Suriye savaşından kaçanların sığındığı yerlere yapılan saldırı, evinde barınamayanların, kaçacakları yerlere de bulaşan bir öldürme salgınını görünce "ölmek kaderim demek ki" demesine yol açıyor. Son umutları bombalanıyor. O yüzden "Fransa ettiğini buldu" dediğinde, "oh olsun" dediğinde seninle taban tabana zıt düşünüyorum. Bu yüzden saçmalıyorsun, ve fakat devam etmelisin.

Cemaat hiç bir zaman favorim olmadı. Hala da sempatik gelmiyor. Devletin içinde terör örgütü varsa, tabi ki hukuki yollarla bertaraf edilmeli. Ama cemaatin elini eteğini öpeyim derken, salya sümük iki büklüm olanların, bugün kahraman gibi kendi yarattığı canavara orantısız ve hukuksuz saldırmasına da karşıyım. Her gün cemaate yakın bir başka iş yerine, basın kurumuna, oluşuma veya kişiye saldıranları destekleyenleri de bel kemiksiz bir biat içinde görüyorum. Ama onların da her söyleyeceğinin serbestçe söylenmesi için imkanları yaratmak benim sorumluluğum. Cemaate saldıranlar saçmalıyorlar, ve fakat devam etmeliler.

Kürtler ile ilgili bu ülkenin %70 ya da %80'i aynı fikirde: Kürtlere fazla yaklaşırsan, fazla "müsamaha" gösterirsen daha fazlasını isterler. Dil özgürlüğü versen, federasyon ister, federasyon versen toprak ister, toprak versen daha fazla toprak ister. Bu cümlede "Kürtler" yerine ister Ruslar koy, ister Aleviler koy, ister Rumlar koy, ne koyarsan koy değişmeyecek tek şey var. O koyduğun kelime neyse sen onu sevmiyorsun. Sevmediğin bir gruptan sana saygı göstermesini, senin büyüklüğünü koşulsuz kabul etmesini istiyorsun ki kardeşçe bir hayat kurulabilsin. Yani ağabey-kardeşçe bir hayat, ağabey yani ağa bey benim kardeş sensin hayatı. Ama bu topraklarda ağabeylik küçüğü ezerek değil, onu destekleyerek olur. Bunu yazdığım için bana da kızıyorsun, ve kızmalısın, niye kızdığını da açık seçik söylemelisin. Bence saçmalayacaksın, ve fakat devam etmelisin.

İlber Ortaylı'nın bir veya iki kitabını okuduysan bu topraklarda batı kurumlarına ilginin Osmanlı zamanında geliştiğini bilirsin. Ama iktidar yanlılarında bütün batı hayranlığının sadece Atatürk döneminde var olduğuna dair bir yanılgı var. Sabah akşam İran, Arap hayranlığı yapan bir toplumu Gazi'nin bir gecede ideallerinden koparttığını sanıyorsan saçmalıyorsun, ve fakat buna devam etmelisin.

Akit gazetesi Atatürk'ün ölüm yılına "zulmün bitişi" dedi. Kampanyalara imzalar attın, "Nasıl olur da böyle söylerler" dedin, aklınca "Ak İt" diyerek aşağıladın (ki ak beyaz demektir, it de çok güzel bir hayvandır). Ben buna hakaret dememenin ötesinde, açıklamayı tamamen ifade özgürlüğü içinde görürüm. Saçmalıyor, ve fakat devam etmeli.

Fikri fikirle susturmayı öğrenebilmek için, insanlar karşınızda saçmaladıklarında, sözlerinin kesilmemesini sağlamak zorundasınız. Yoksa kısır döngüden çıkmanın tek yolu kalıyor o da şiddet. Ve şiddetin savunmada değil saldırıda olanı hiçbir zaman kazanmıyor.

Hepinize süper günler,
Cihan